2014 Dünya Kupası yaklaşırken, herkesin
kafasında favori takımlar yavaş yavaş belirmeye başladı. Eleme gruplarında
toplanan puanlar, kadrolar, yıldız oyuncular ile turnuvayı heyecanla bekleyen futbolseverlerin
kafasında bir şampiyon var. Benim şampiyon adayım ne ev sahibi Brezilya, ne
Messi’li Arjantin, ne de son yıllarda Avrupa futboluna damga vuran İspanya.
Benim şimdiden şampiyonum: Belçika...
Takvimler milenyum yılını gösterirken, UEFA
tarihinde ilk defa Avrupa Şampiyonası’na iki ülkenin ev sahipliği yapmasını
kararlaştırmıştı, Belçika ve Hollanda. İlginç golleri, sürpriz vedaları ile
EURO 2000 hiç şüphesiz UEFA tarihinin en ilginç turnuvalarından biriydi. “Turnuva
takımı” olarak yedi düvele nam salan Almanya, turnuvada tam anlamıyla sefilleri
oynamış, Erich Ribbeck yönetimindeki Alman Milli Takımı sadece 1 gol atıp, 1
puan toplayabilmişti. Bir de son maçta Portekiz B Takımı’na 3-0 mağlup olunca,
tüm otoriteler Alman futbolu iflas etti yorumu yapmıştı. EURO 2000 felaketi
ardından Almanlar, 2001’de tüm futbol akademilerini yeniden yapılandırdı.
Federasyon tüm yatırımlarını genç futbolcular düzeyinde yaptı. Kulüpler de
aldıkları ortak karar doğrultusunda genç takımlar için 10 senede 500 milyon
avronun üzerinde para harcadı. O yatırımların geri dönüşü ise; Neuer (1986),
Reus-Muller (1989), Schürrle-İlkay-Kroos (1990), Götze (1992), Draxler (1993),
Ginter (1994), Meyer (1995) oldu.
Dibe vuruşu bir fırsat olarak gören tek
ülke Almanya değildi. Ev sahibi Belçika, milli takımımıza, Hakan Şükür’ün
zıplama yeteneği ve zamanlamasının damga vurduğu golleri ile 2-0 mağlup olarak
turnuvaya daha grup aşamasında veda ediyordu. Aslında Belçika’nın zayıflaması
milenyum yılından daha da eskiye dayanıyordu. 1995 yılındaki Bosman kararları
serbest dolaşımın kapılarını açmış, oyuncular artık Belçika gibi ülkelere
uğramadan doğrudan büyük liglerin yolunu tutmaya başlamıştı. Ülke en iyi
yeteneklerini komşularına kaptırıyor, yükselen Avrupa futbolunu yakalayamıyordu.
EURO 2000 başta bu iki ülke olmak üzere
tüm Avrupa için bir dönüm noktası olma özelliği taşıyordu. Karalar bağlayıp yas
tutmak yerine, kayıplarını ve nedenlerini ortaya koyup analiz eden ülkeler,
seferberlik ilan ediyor ve bugün futbolunu tüm dünyanın kıskançlıkla izlediği
ülkeler haline dönüşmek için ilk adımlarını atıyordu.
Devrimci Lider: Sablon
Her devrim önce bir lider ister. Belçika
futbol devriminin lideri ise hiç şüphesiz, futbol direktörü Michel Sablon’du.
86 Meksika, 90 İtalya ve 94 ABD Dünya Kupaları teknik ekibinde de yer almış
olan Sablon, tüm sert düşüşleri yaşamış tecrübeli bir isimdi. Kendisine o
dönemi soracak olursanız, “Her şey bir
not defteri ile başladı,” diyor. Bir deftere kafasındaki tüm fikirleri
yazmaya başlayan Sablon, işe kendilerine göre daha fazla futbol kültürü ve
sistematiği olan komşuları Fransa ve Hollanda’yı inceleyerek başladı. Yine aynı
dönemde yeniden yapılanmaya giren Almanya’yı da yakın takibe ekledi. Bütün bu
araştırmalar tabii ki, not defteri düzeyinde kalmadı. Bu ülkelerin
federasyonları ile yapılan sayısız toplantı sonrasında kendi doğrusunu bulan
Sablon, kurtuluş planını, federasyon, kulüp yetkilileri ve okul hocaları ile
paylaştı. Plan aslında oldukça basitti:
“Genç
futbolcuların çalışma sistemleri tamamen değişmeli ve bu değişim önce kulüpler
düzeyinde başlamalı.”
Bu yaklaşım tabii ki kulüpleri pek memnun
etmedi. Standard Liege, Anderlect gibi kulüplere “Kazanmayı düşünmeyeceksin, uzun vadeli plan yapıp alt yapıya yatırım
yapacaksın,” demek zor bir süreçti. Ancak pes etmeye niyeti olmayan Sablon,
Brüksel Spor Akademisi yardımı ile 1500 genç maçı izleyip analizler yaptı.
Sonuçlar hiç iç açıcı değildi. Alt yapıların ciddi bir reforma ihtiyacı olduğu
gözüküyordu. Sablon tüm kulüplerden, U18 ve daha alt yaş grubu takımlarında iki
kanat oyunculu, üç orta sahalı ve dörtlü bir savunmadan oluşan, 4-3-3 dediğimiz
sistemi oynatmasını istedi. Özellikle arka ve orta alandaki oyuncuları eğitmek
ve onları oyuna alıştırmak için bu sistem çok önemliydi. Herkesin bu anlayışı
kabul edip uygulaması hemen olmadı, ancak alt yapı antrenörlerini yıllardır
tanıyan Sablon bu anlayışı sonunda kabul ettirdi.
Kulüpler alt yapıda bu şekilde bir oyun
sistemi uygularken, Belçika Futbol Federasyonu da küçük futbolcuları önce dar
alanda 5’e 5, sonra 7’ye 7 maçlar oynatarak, tam sahada oynanan 11’er kişilik
maçlara adım adım alıştırdı. O dönem uluslararası turnuvalar düzeyinde tam bir
kayıp yıllarıydı. 2004 ve 2008 Avrupa Şampiyonaları’na, 2006 ve 2010 Dünya
Kupası’na katılamadılar. Ancak mağlubiyetleri kimse umursamadı, ülke futbolunun
gelecek yılları için yatırım yapıldığının herkes farkındaydı. Milli takım
düzeyinde gelişim sağlanması için alttan gelecek yeni oyuncular bekleniyordu ve
gereken en önemli şey zamandı.
Bir dönemin Enzo Scifo, Jean-Marie Pfaff,
Erwin Vandenbergh, Eric Gerets’li Belçika’sı, geçmişini arayan ülke olmaktan
kurtulmuş, uzun süren uğraşlar sonucu yeni bir jenerasyon yakalamıştı. Ülkeye
bir futbol kimliği kazandırma yolundaki bu atılımlar ilk meyvesini 2007 yılında
vermeye başladı. Altın jenerasyonun altın çocuğu Eden Hazard ve Christian
Benteke’nin bulunduğu U17 takımı Avrupa Şampiyonası’nda son dörde kaldı. Bir
sene sonra Vincent Kompany ve Marouane Fellaini’li U23 takımı Pekin Olimpiyatları’nda
dördüncü oldu. Bu gençlerin hepsi şüphesiz zaten çok yetenekli, ancak alt yapı
sisteminde yapılan düzenlemeler onları daha da iyi yaptı ve şimdi ki
seviyelerine ulaşmalarını sağladı. Atletico Madrid kalesinde devleşen ve
Barcelona’yı bile peşinde koşturan Thibaut Courtois, sadece değişik saç stili
değil oyun tarzıyla da göze çarpan Marouane Fellaini, daha 19 yaşındayken
Drogba ile karşılaştırılan Romelu Lukaku ve Axel Witsel, Steven Defour gibi
yurt içinde yetişen yıldızlara, Fransa’da alt yapı eğitimi alan ve Chelsea’yi
zirve yarışına taşıyan Eden Hazard ve Hollanda’da yetişen Dembele, Chadli,
Vermaelen, Vertonghen, Alderweireld, Mertens eklenince, milli takımın omurgası
oluştu. Bu jenerasyonu yakaladıktan sonra da futbolcu üretimi durmadı. Radja
Nainggolan, Michy Batshuayl, Thorgan Hazard, Dennis Praet, Youri Tielemans ve
Yannick Ferreira-Carrasco ile Belçika gümbür gümbür yoluna devam etmekte.
Belçika Milli Takımı yaşları 19 ile 27
arası değişen ve dünyanın en önemli kulüplerinde yıldız statüsünde oynayan
futbolculardan oluşuyor. Çoğunluğu İngiltere Premier Ligi’nde oynadığı için,
eğer takip ediyorsanız, bu futbolcuların ne kadar yetenekli olduğunu zaten siz
de biliyorsunuz. Chelsea’den Manchester United’a, Arsenal’den Manchester
City’ye, Atletico Madrid’den Liverpool’a, Bayern Munich’den Tottenham Hotspur’a
kadar endüstriyel büyük Avrupa liglerinde kariyerlerini sürdüren Belçikalı
lejyoner futbolcular, üst düzey rekabet ortamındaki birikimlerini ve
becerilerini Milli Takım’a taşıyarak şimdiden 2014 Dünya Kupası’nın favorileri
arasına katıldılar. Çok değil 3 yıl önce FIFA dünya sıralamasında 62. sırayı
gören Kırmızı Şeytanlar, bugün 2014 Dünya Kupası elemelerinde Hırvatistan ve
Sırbistan’ın önünde grubu lider bitirerek dünya klasmanında 6. sıraya kadar
yükseldi.
Neden Belçika Milli Takımı’nı tercih
ediyorlar?
Belçika liginde 3 yıl oynayan oyuncular, ülke vatandaşlığını, dolayısıyla
da AB vatandaşlığını alabildiğinden, Belçika ligindeki birçok takım Avrupa’nın
büyük takımlarının pilot takımı konumunda. Başta İngiliz takımları olmak üzere
çoğu kulüp, çalışma izni sorununu bu şekilde çözme yoluna gidiyor. Genç
yaşlarda transfer edilen oyuncular, 3 yıllığına Belçika’daki pilot takımlara
kiralanıyor. Bu sürenin sonunda Belçika ve AB vatandaşı olan oyuncular beklenen
seviyeye ulaştıysa bağlı olduğu kulüplere geri dönüyor. Eğer gereken seviyede
değillerse, pilot takımlarda bazen cüzi paralara, bazen de bedavaya kalıyorlar.
Bu arada Belçika vatandaşlığını elde etmiş oyuncu eğer doğduğu ülkenin milli
takımında oynamamışsa, Belçika milli takımında oynama hakkını da elde ediyor.
Belçika aynı zamanda çok kültürlü göç dalgası altında bir ülke. Afrikalı
göçmen ailelerin Belçika’da doğan çocuklarından oluşan futbolcu hazinesi de
milli takım için önemli bir etken. Özellikle göçmenlerin adaptasyonunda ve
milli bilincin kurulmasında futbol bir araç olarak kullanılıyor. Güncel milli
takım kadrosundan Kongo asıllı ailelerden gelen Benteke ve Kompany’nin yanı
sıra aile kökeni Fas’a dayanan Fellaini, Chadli ve Mali asıllı Dembele bu
durumu kanıtlayan en büyük örnekler.
Anderlecht takımından 2011 yılında Manchester United’a transfer olan, Alex
Ferguson’un gözdesi Adnan Januzaj da 2014 Dünya Kupası öncesi kararını Belçika
Milli Takımı yönünde kullanarak, bu altın jenerasyonun bir parçası oldu.
Türkiye ve Belçika
Bundan tam 14 yıl önce, 2000 yılında Avrupa Şampiyonası’nda milli
takımımızın Belçika’yı 2-0 yenerek bir üst tura çıkması bizim için tarihi bir
andı. Ancak sadece bizim için değil, Belçika için de tarihi bir andı. Yüz
ölçümü bakımından Konya, nüfusu bakımından ise İstanbul’dan bile küçük bir ülke
olan Belçika, bugün 2014 Dünya Kupası ülkeleri içinde favori gösterilirken, biz
turnuvaya katılamıyoruz.
İki kırmızı renkte ülke olarak, yolumuz defalarca kesişti. EURO 96 sonrası
oynadığımız bir maçta Sergen’in oyuna sonradan girerek, 5 dakika içinde bir
gol, bir asist, bir de kırmızı kart gördüğünü hatırlarsınız. Biz maçı 2-1
kaybetmiş ve Fransa 98 Dünya Kupası’na veda ederken, Belçika yola devam
etmişti. Sonrasında EURO 2000’de bu sefer biz Belçika’yı Hakan Şükür’ün jeneriklik
golleriyle mağlup edip kupanın dışına itmiştik. Belçika’nın silkelenip kendine
geldiği maçın bu Türkiye maçı olduğunu düşünürsek, buradan bize de almamız
gereken çok ders çıkabilir.
Belçika futbol devrimi ve yeni bir jenerasyon yakalama peşinde koşarken,
biz bu arada Avrupa Şampiyonu ve Dünya 4.sü olan kuşağımızı aynı verimlilikte
kullanamadık. Yurt dışına ihraç ettiğimiz futbolcu sayısı bir elin parmaklarını
ne yazık ki geçemedi. Bugün gelinen noktada Belçika futbolu ihracata dayalı,
Türkiye futbolu ise tüketime dayalı bir modelle çalışıyor. Belçika yetiştirdiği
futbolcuları daha pahalı liglere transfer edip, kazandığı parayı alt yapıda
kullanırken, biz daha pahalı liglerden futbolcu transfer edip borçlanıyoruz. Bu
sebeple belki lig olarak büyüyoruz ancak gelişemiyoruz. Futbolda kısa vadede
kazanmaya odaklı sistemimiz, hem kulüpler hem de milli takımlar düzeyinde
yapmamız gereken her türlü reformun gecikmesine sebep oluyor.
Sablon, 2000 yılında tutmaya başladığı o
not defterine yazdıkları ile tekerleği yeniden icat etmedi. Bugün Belçikalı
futbolcuların çoğu Premier Lig’de oynarken, oyuncu fiyat bedeli açısından da
Brezilya ve Portekiz’den sonra üçüncü durumdalar. Şimdi Belçika için ekinin
biçilme zamanı. Marc Wilmots’un çalıştırdığı Belçika, 2014 Dünya Kupası’nın
favori isimleri arasında. Şansları yaver giderse belki kupayı bile
kaldırabilirler. Ama işler ters giderse de, bir sonraki en yakın turnuvanın yine
en kuvvetli adayı olacaklar ve 14 yıl önce futbolcu ektikleri tarlanın mahsulünü
önümüzdeki yıllarda mutlaka alacaklar.
Tıpkı o meşhur filmde de dediği gibi;
hayat fena halde futbola benzer. İşler rayından çıktığında ve her şeyin
tepetaklak olduğunu düşündüğünüz o anda, ümitsizliğe kapılmamak lazım. Kimsenin
hatta belki kendinizin bile ummadığı bir motivasyonla zirveye çıkma fırsatını belki
siz de yaratabilirsiniz.
Premier Lig’de forma giyen bazı Belçika’lı
futbolcular
Futbolcu
|
Kulüp
|
Piyasa Değeri
|
Vincent Kompany
|
Manchester City
|
35,000,000 Euro
|
Eden Hazard
|
FC Chelsea
|
43,000,000 Euro
|
Thomas Vermaelen
|
FC Arsenal
|
13,000,000 Euro
|
Moussa Dembele
|
Tottenham Hotspur
|
22,000,000 Euro
|
Jan Verthongen
|
Tottenham Hotspur
|
24,000,000 Euro
|
Marouane Fellaini
|
Manchester United
|
25,000,000 Euro
|
Kevin Mirallas
|
FC Everton
|
14,000,000 Euro
|
Simon Mignolet
|
Liverpool
|
14.000.000 Euro
|
Christian Benteke
|
Aston Villa
|
20,000,000 Euro
|
Romelu Lukaku
|
FC Chelsea
|
24,000,000 Euro
|
Adnan Januzaj
|
Manchester United
|
200.000 Euro
|
Nacer Chadli
|
Tottenham Hotspur
|
8.5000.000 Euro
|
Diğer Avrupa takımlarında forma giyen bazı
Belçika’lı futbolcular
Futbolcu
|
Kulüp
|
Piyasa Değeri
|
Thibaut Courtois
|
A. Madrid
|
27,000,000 Euro
|
Daniel Van Buyten
|
Bayern Munich
|
1,250,000 Euro
|
Axel Witsel
|
Zenit St. Petersburg
|
21,000,000 Euro
|
Dries Mertens
|
Napoli
|
11,000,000 Euro
|
Steven Defour
|
Porto
|
12,000,000 Euro
|
Kevin de Bruyne
|
Wolfsburg
|
14,000,000 Euro
|