20 Mayıs 2014 Salı

Tesadüf bir gündür, İstikrar bir ömür

Antik Roma’dan günümüze geçerliliğini yitirmeyen bir söz var: “Fortes fortuna juvat ou Audaces fortuna adiuvat,” yani “Şans ancak cesurlara yardım eder.” Her başarısı memleketin vasatına çekilmeye çalışılan buna rağmen sürüden ayrı kalmayı başaran, Adana’da Talat Bey’in oğlu, İtalya’da İmparator, yeşil sahada futbolcuların babası, şansa değil cesarete inanmış bir adamın öyküsü...


Spikerin “Haydi oğlum, haydi oğlum ve gooool,” sesiyle yedek kulübesi önünde bekleyen herkes son penaltıyı atan Popescu’ya doğru koştu. O hariç. Sahanın kenarında, gömleği terden ıslanmış, buruşmuş adam tek başına diz çökmüş “Çok şükür,” diyordu. Geride kalan 17 Avrupa maçı yüzüne yeni çizgiler, saçına yeni beyazlar düşürmüştü. Ve şimdi şükrediyordu.

Çocuk yaşta yapılan yanlış iğne sonucu, tek bacağı topal kalan Talat Bey’in oğluydu o adam.  Çocukluğunun geçtiği Adana Pozantı’da bir gün Talat Bey, topal bacağının mahcubiyeti ile ağlaya ağlaya eve koşmuş ve annesine bacağı yüzünden arkadaşları ile top oynayamadığından dert yanmıştı. Annesi onu teselli etmek yerine dışarı çıkarıp, top oynamayan başka bir çocuk gösterdi, onun neden oynamadığını sordu. Talat Bey, “Onun gözleri görmüyor, o yüzden oynayamıyor,” dedi. O gün annesi Talat Bey’e şükretmesini öğretti. Sadece kendisine verilenler için değil, verilmeyenler için de şükretmesini.

Aradan seneler geçecek Talat Bey’in oğlu Fatih, belki de babasının çocukken topa vuramayan bacağı için toplara öyle bir vuracaktı ki, dönemin yıldız futbolcusu Metin Oktay evlerine gelip babası ile tanışacaktı. O gün babasının hayatını dinledikten sonra Metin Oktay, Fatih’e dönüp “Babanın kaç elini öpüyorsun?” diye sormuştu. Genç Fatih, “Bir elini öpüyorum,” dedi. “Yok,” dedi Metin Oktay. “İki elini de öpeceksin. Çünkü Talat Amca benim babam olsaydı on Metin Oktay olurdum. Onun için iki elini de öpeceksin.” Talat Bey o gün Galatasaray’ın gözbebeği Metin’e oğlunu emanet etti.

İşte o Talat Bey’in oğlu, Fatih Terim 17 Mayıs 2000 tarihinde, sahanın kenarında tek başına şükrediyordu. Belki babasına, belki Adana’dan Galatasaray’a geldiği güne, belki çocukluğunda yaşadığı tüm sıkıntılara... Antoine de Saint Exupery’nin Küçük Prens’ini bilirsiniz. Uçağının zorunlu iniş yaptığı çölde Küçük Prens arkadaş olduğu yılana, “İnsanlar nerede? Çölde ne müthiş bir yalnızlık var,” der. Yılan da ona “Bazen insan kalabalıkların içinde de yalnız olur,” diye cevap verir. İşte o kalabalıklar içindeki büyük yalnızlığı en çok hissedenler genelde güç ve iktidar sahibi insanlardır. Kazandığınızda peşinizden sürüklediğiniz binlerce taraftar, size destek olan yöneticiler; kaybettiğinizde buhar olup uçarlar. Bunu yaşamı boyunca defalarca tecrübe etmiş Fatih Terim, kazanmak kadar kaybetmenin de şifrelerini çözmüştü.

"Kaybetmekten korkma! Bir şeyi kazanmak için bazı şeyleri kaybetmelisin. Ve unutma, kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin”

Futbolcuları devre arasında soyunma odasına 2-0 mağlup girdiğinde, “Kaybederseniz hata benim, kazanırsanız başarı sizindir,” der Fatih Terim. Sorumluluk alan insan sayısının çok az olduğu ülkemizde sadece sözde değil, takım kaybettiğinde kameraların önüne çıkıp mağlubiyetin de sorumluluğunu alır bu adam. Belki de bu sebeptendir taraftarın hiç bir zaman Terim’e sırtını dönmemesi. Taraftarla kurduğu bağ öyle kuvvetlidir ki, günümüzde futbolun tek başrol oyuncusu olmak isteyen yöneticiler çoğu zaman rahatsız olur. 40 yıldır evi bildiği Galatasaray’dan bir kaç kez iş akdi sonlandırılıp ayrılan Terim’in İtalya’da Milan’dan ayrılışı da benzer sebeptendir.

İnter-Milan derbisi, yıl 2001. Milan iyi başladığı sezonda, önce Perugia deplasmanında puan kaybetmiş, ardından evinde Venezia ile berabere kalmış, derbiye mutlak galibiyet için çıkıyor. Guiseppa Mezza stadında sadece meşhur Curva Sud tribünü Milanlılar’a ayrılmış, stadın geri kalanı Inter taraftarı ile dolu. Fatih Terim’in başındaki Milan derbiden 4 gollü bir galibiyetle ayrılıyor. Terim, Türkiye’den alışkın galibiyeti hep taraftarla kutlamaya. Curva Sud tribünü “İmparatore” diye yıkılıyor, 90 dakika sonunda gömleği ıslak ve buruşuk bu adamı tribüne çağırıyor.

11 yıl sonra Milan’ın içinden bir gazeteci olan Mauro Suma, teknik adam ve tribün ilişkileri konulu bir makale yazıyor. Tesadüfe bakın ki, örnek Fatih Terim ve Milan’dan ayrılışı. Suma, 2001 yılındaki o derbiyi anlatıyor. Derbinin ertesi günü Milanello’da Cesare Maldini’ye rastlıyor ve “Gördün mü Terim’i? Curva’yı nasıl peşine taktı. Taraftar çok seviyor onu. Ne güzel değil mi?” diyor. Baba Maldini ise bu sevgiden rahatsız. “Milan’da böyle işler olmaz, Milan’a yakışmaz,” diyor. Suma 11 yıl sonra yazdığı o makalede aslında Terim’in İtalya serüveninin nasıl bittiğini bize söylüyor. “Ben Cesare ile konuştuktan 15 gün sonra Fatih Terim ile Milan’ın yolları ayrıldı.”

Fatih Terim’in yöneticiler ile arası hiç bir zaman parlak olmadı. O takım elbiseli kurumsallardan ziyade, eşofmanlı futbolcusunun, formalı taraftarının yanında oldu. Ekmek yediği oyuna katkı sağlamak, bu oyundan daha çok insanın ekmek yemesi için fırsatlar yaratmak için çalıştı. Kendi başına bir okul oldu. Onlarca futbolcu yetiştirdi ve hepsi onun için aynı yakıştırmayı yaptı, “Baba gibi.” Herkesin bir babaya ihtiyacı vardır bu hayatta. Hayatı babasından öğrenmiş bir adamın, gün geldiğinde iki kızına baba olmak kadar bunca insana “Baba” gibi adam olmasının sebebi budur belki de.

Fiorentina ile anlaştığında Galatasaraylı futbolcu Suat Kaya, ona bir mektup yazmıştı. Mektupta şöyle diyordu:
“Kendimi dört yıl öncesi ile karşılaştırdığımda, göstermiş olduğum gelişmeye kendim dahi hayret etmekteyim. Bana ve arkadaşlarıma güvendiniz, güvenmeyi öğrettiniz. Bizlerin neler yapabileceğini ortaya çıkardınız. Kendi sınırlarımızın nereye kadar uzandığını sizinle keşfettik. Bize zaman zaman ağabey, zaman zaman gerçek bir hoca, bazen bir baba, ama en önemlisi her zaman üstün bir lider oldunuz. Bize verdiğiniz emekleri helal etmenizi ve bizleri unutmamanızı istirham ediyorum. Zira bizler, sizi hiçbir zaman unutmayacağız.”

Fatih Terim’i başarıya taşıyan belki de en belirleyici özelliğidir, sınırları aşmak. Öğrencilerine kendi sınırlarını her zaman zorlamalarını öğreten bir hocanın, önce kendisi bu konuda örnek olmalıydı.  Fiorentina’yla sözleşme imzalarken bir  İtalyan gazeteci, “Dilimizi bilmiyorsunuz, oyuncularla nasıl iletişim kuracaksınız” diye sordu ve şu cevabı aldı: “Göreve başlamama 52 gün var. O gün geldiğimde, basın toplantısını İtalyanca yapacağım.” İşte bu sözü veren Terim, İstanbul’da İtalyan Kültür’ün efsane hocası Donatella Piatti’den her gün saatlerce özel ders aldı. 52 gün sonra Floransa'da İtalyanca bir basın toplantısı düzenledi. Futbolcularımızın çat pat İngilizce konuşmasına bile sevinen bizler, Fatih Terim çok kısa sürede bir de İngilizce öğrenip, konuşunca beğenmedik, burun kıvırdık.  Halbuki gencecik beyinler yabancı dil öğrenmek yerine son model araba peşinde koşarken, yaşı ilerlemeye başlamış, kafası sorumlulukları ile dolu bir teknik adamın, iki dil öğrenip basın karşısında konuşmasında yatan özgüveni çok az kişi görebildi.

Yetmedi, kazandığı her maç sonrası, galibiyeti “Hoca takımı çok iyi motive ediyor” cümlesine bağladılar. Futbolda motivasyon tabii ki önemli. Ancak bu işler sadece soyunma odasına girip “aslansınız, kaplansınız” demekle olmuyordu. Bir Türk dünyaya bedel işleri artık çoktan geçmişken, futbolda ilk şart önce iyi taktisyen olmak, sonra yeniliklere açık olmaktı. İşte Fatih Terim’i İtalya’nın Grande’si yapan önce futbol bilgisi ve taktik yeteneği, sonra öğrenme hırsıydı. İtalya’dan döndüğünde Florya’da sağlık merkezi yoktu, futbolcular psikologla çalışmıyor, alt yapıya pediatrik eğitim verilmiyordu. Bütün bunları değiştirdi. O güne kadar sadece bir kulüp doktoru ile çalışan Galatasaray’da İstanbul Tıp Fakültesi’nde alanında uzman hekimlerden bir sağlık heyeti oluşturulmasını sağladı. Başarı için karizma da gerekir. Özellikle zor durumlarda liderler biraz da karizmalarının desteği ile güçlükleri aşarlar. Giyim kuşamıyla dikkat çekti, entelektüel birikimini geliştirdi, vücut dili dersleri aldı. Bugün Avrupa arenasında ismi üst sıralarda geçen bir teknik direktör olmanın, tepeden tırnağa bir marka olmak gerektirdiğini fark etti ve oldu. Dünyaca ünlü hazırlık kupası Emirates Cup’a takımını götüren bu adam, oyuncularını uyarmak için çıktığı taç çizgisi kenarında kendisine doğru gelen topu, bugün İbrahimoviç’in ancak yaptığı “akrep vuruşu” ile sahaya geri gönderdi. Tribünler bu karizmatik adamı alkışladı.

Lider seven bir toplumuz. Hep birinin sorunlarımızı çözmesini, bizim adımıza başarılar kazanmasını isteriz. Ama o lideri eleştirecek bir şeyler de mutlaka buluruz. Fatih Terim’in de hep egosunun şişkinliği tartışıldı. Yıllarca Manchester United’ı çalıştıran, Sir Alex Ferguson’un anılarında çok önemli noktalar var. Mesela genç, şöhret ve çok parası olan insanları yönetmenin zorluğundan bahsediyor ünlü teknik adam. Ferguson tevazu sahibi olmayan, egosu en az şöhret oyuncuları kadar fazla olan biri. Ama o egosunu yönetmeyi bildiği için oyuncularına söz geçirebildi, Sir oldu, şimdi de anıları konuşuluyor. Tıpkı Ferguson gibi, Fatih Terim de egosu tartışılan biri. Ancak “Hoca zaman içinde çok değişti, gelişti” diyenlerin adını koyamadıkları şey; Fatih Hoca’nın egosunun esiri olmaktansa, egosunu yöneten adama dönüştüğüdür. Bu değişimi kendisine sorsanız, size vereceği cevap, “Ben hiç bir zaman değişmedim sadece yıllar içinde dönüşüyorum,” olacaktır. İsterseniz siz de sorun.
İnsan kazandıkça egosu büyür ve onunla birlikte büyüyen kibirden arındıkça gönlü zenginleşir derler. Tam da öyle oldu. 2012 yılında Ankaragücü öylesine maddi zorluklarla mücadele ediyordu ki, ıslak formalarını değiştirecek yedekleri bile tükenmişti. Ligin sonuncusu olarak Galatasaray ile karşılaşıyorlardı. Daha önce TSYD seminerinde ilk göz ağrısı Ankaragücü için, “Bu yıl çalışmıyor olsaydım, Hakan Kutlu’ya yardımcılık yapardım,” deyip herkesi duygulandıran Fatih Terim, Arena’da misafirini saygıyla ağırladı. Rakibini hırpalamamak, daha dengeli bir mücadele ortaya koymak için yıldız oyuncuların hepsini kenarda oturtup, yedek ve genç oyuncularla sahaya çıktı. Sadece sportmenliğe değil, vefaya da selam gönderdi. Tüm bunlar bir Yeşilçam filminde olsaydı ağlayanlar bile çıkabilirdi.
Bugün geldiği noktada, geçmişine bakıp beğenmediği yanlar bulabilen ve onları tamir edebilen nadir adamlardan biri Fatih Terim. Herkes başarısını kuvvetli karakter özelliklerine bağlarken, o her şeyi için eşine teşekkür eden bir sevgili, kazandığı her kupada tribündeki kızlarına bakıp gözleri dolan bir baba. Avrupa’da olsa hakkında bugüne kadar en az on kitap yazılmış olan bu cesur adam, şu sıralar bir kitap yazıyor. Futbola 45 yılını vermiş birinin elbette futbol ile dolu anıları olacak. Ancak hayatta fena halde futbola benzemez mi? Hiçbir şeyin tesadüf olmadığını, istikrarda yattığını, hayalleri gerçek kılabilmeyi öğrenmek için; başarmış birinin tecrübelerinden yararlanmaya hazır mısınız? İkinci bir Fatih’in çıkması için 500 yıl bekledik. Belki bu sayede üçüncü bir Fatih için o kadar beklememize gerek kalmaz. Çünkü bakarsınız siz de dönüşürsünüz...