Dünyanın rüya takımı kim
diye sorulsa, muhtemelen büyük çoğunluk Barcelona diyecektir. Ve Katalan ekibin
en başarılı noktası için de isabetli pas oranlarını verecektir. Futbolun en zor
yanlarından biri yüksek ve isabetli pas yüzdesi ile oynamak. Maç başı ortalama
700 isabetli pas yapan bir takımdan bahsediyoruz. Geçen sezon oynanan Real
Madrid maçında bu rakam 684’dü. Yani 331 pas yapan Real Madrid’in iki katından
fazla. Sadece bu kadar da değil, Avrupa Şampiyonaları tarihinin bir maçta en
fazla pas yapan takımı unvanı da 898 pasla İspanyollarda. Daha da etkileyicisi
sadece 83 pas hatası ile maçı tamamlamış olmaları.
Daha yazının girişinde
niye bu bilgiler diye düşünenler olabilir. Dün oynanan Kayseri Erciyesspor –
Fenerbahçe karşılaşması sonunda LigTv’de verilen istatistiklere takıldım
kaldım. Ev sahibi takım 250 pas yapmış, 186’sı isabetli. Fenerbahçe ise 665 pas
yapmış, 593’ü isabetli. Sarı lacivertli ekibin yaptığı pas sayısı ligin
ortalamasının çok üstünde, Barcelona’ya oldukça yakın düzeyde. Ancak bu
pasların oyuna ve skora yansıması, Katalan ekibini izlerken aldığımız keyfe
benzemiyor. Kimyada bir şey eksik.
Sorunun adresi aslında
ortada. Ortada derken bildiğiniz ortada, yani orta sahada. Fenerbahçe takım
olmuş görüntüsünü sürdürmeye devam ediyor. İsimlerden bağımsız, tek bir sarı lacivert
tablosu çizen takımda, orta saha problemi hariç tıkır tıkır işleyen bir yapı
var. Emre’nin eski performansını yakalayınca takımdaki yeri ve etkisi elbette tartışılmaz.
Dikine oyun kurabilmesi, yaratıcılığı takım için önemli özellikler ancak
öncelikle eski fiziğine kavuşması gerekiyor. Ama Selçuk ve Cristian’lı bir orta
sahanın takımı bir hayli yavaşlattığı da gerçek. Hücuma bir türlü destek
olamayan ikili, bu zafiyetini kapatmak için yan top yapmaya başlayınca ortaya akıl
almaz bir pas sayısı çıkıyor. Ancak ne yazık ki, üretken olamayan paslar
bunlar.
Fenerbahçe Trabzonspor
karşısında yaşadığı olgun atak ve yaratıcı pozisyon eksikliğini Kayseri
Erciyesspor karşısında da sürdürdü. Azofeifa’nın harika frikiğinden gelen gole
kadar daha verimli oynayan sarı lacivertliler, yedikleri golden sonra top
tutamadı. Ersun Hoca’nın takıma en büyük etkisi hızlı futbol oynatmaya başlamış
olması. Ancak Fenerbahçe’de hızlı ve
tempolu futbol, dakikalar ilerleyince telaşa dönüşüyor. Topun filelerle
buluşması için de bireysel çabalar bile yeterli olmuyor.
Takımın bir diğer önemli
sorunu ise, Caner. Fiziksel olarak en iyi sezonunu geçirdiği şu sıralarda saha
içi hareketlerine dikkat etmemesi, gayretini ve performansını da olumsuz
etkiler. Her ne kadar bazı hakemler
belki büyük takımların maçlarında kart gösterirken tedirginlik yaşasa da,
onların affettiğini Ersun Hoca gibi teknik direktörler affetmiyor. Hoca’nın
42. dakikada Caner’i oyundan alması, hiç şüphesiz yeşil sahaların en şık ve
cesur hareketlerinden biriydi.
Sonuç olarak, Ersun Hoca takımı hızlı oynayan, pas yapan bir yapıya dönüştürdü. Şimdi en büyük ihtiyaç, en az hızlı oynadığı kadar hızlı düşünebilme yeteneğini kazandırmakta. Çünkü Barcelona da olsanız, mesele ne kadar sayıda pas yapabildiğiniz değil. Mesele pas sırasında ne kadar yeni alan yaratabildiğiniz, rakibi ne kadar açabildiğiniz. Diğer bir deyişle yaratıcılık. İşte o yaratıcılık futbolu şiir yapıyor. Messi’yi izlerken aldığınız keyif o yüzden Cemal Süreya okumaya benziyor: “keşke yalnız bunun için sevseydim seni”
Sonuç olarak, Ersun Hoca takımı hızlı oynayan, pas yapan bir yapıya dönüştürdü. Şimdi en büyük ihtiyaç, en az hızlı oynadığı kadar hızlı düşünebilme yeteneğini kazandırmakta. Çünkü Barcelona da olsanız, mesele ne kadar sayıda pas yapabildiğiniz değil. Mesele pas sırasında ne kadar yeni alan yaratabildiğiniz, rakibi ne kadar açabildiğiniz. Diğer bir deyişle yaratıcılık. İşte o yaratıcılık futbolu şiir yapıyor. Messi’yi izlerken aldığınız keyif o yüzden Cemal Süreya okumaya benziyor: “keşke yalnız bunun için sevseydim seni”