2012-13
sezonunun ardından bir sezon almanağı yapsam dedim. Hani şöyle bütün sezon olup
bitenlerin kronolojik olarak sıralandığı, bir çeşit sezona bakış… Buyrunuz… Biten
bir sezonun ardından geride kalanlar:
Sezon
daha yeni başlamıştı ki; Fenerbahçe'de önce Aykut Hoca-Alex gerginliği ve hemen
peşinden maç devam ettiği esnada elinde mikrofon ile saha kenarına gelip
taraftarı azarlayan Aziz Başkan gündeme oturdu. Aynı hafta Beşiktaş maçında
kendini yere atan Burak da “emek hırsızı” ile onu izledi.
Bu arada 2014 Dünya Kupası için milli takım
maçları da başlamıştı. Ve yine bildik klişe duran toplar ve yediğimiz talihsiz
goller. Sonuç, elveda Brezilya.
Ligde
4 hafta henüz geride kalmıştı ki bu sefer gündeme heykel polemiği eklendi.
Başkan o günlerde bu heykele karşı olduğunu her fırsatta dile getiriyordu.
Heykel kimin mi? “Ne zaman kaybetsem, kazananı tebrik ederim. Çünkü kazandıysa
bizden iyi bir şeyler yapmıştır,” diyen Alex’in. Kim bilebilirdi ki, ligin sonlarına
yaklaşınca bu kazananı tebrik etme, alkışlama durumu gündeme oturacak ve
hepimiz "acaba Alex bu son maçta olsaydı nasıl olurdu," diye düşüneceğiz.
Rakipleri
sessiz sedasız yoluna devam ederken Fenerbahçe izleyen bir 4 hafta daha
Başkanını ve Hocasını eleştirmeye devam etti. Konu belli. Emre neden gitti? Alex’i
göndermeyin. Ama “kimse Fenerbahçe’den büyük değildir ve di mi Samet” derken
sarı lacivert ile Alex’in yolları ayrıldı. Kulübün gösteremediği örnek duruşu
göstermek ise Fenerbahçe taraftarına düşmüştü. Onlarca insan bir yandan Alex’i uğurlamaya giderken bir yandan da ahde
vefa nasıl olur dersi veriyordu.
Bu
sıralarda Beşiktaş da ise gencecik bir futbolcuyu konuşmaya başlamıştı herkes,
Oğuzhan Özyakup. Feda sezonunda geride kalanlardan Fernandes ise takımın adeta
maestrosuydu. Ancak ligi yarılarken Oğuzhan da her Beşiktaşlı futbolcu gibi
sakatlığı tadacak, ligin sonunda ise adı sorunlu futbolcuya çıkan Fernandes,
Fenerbahçe’ye yeşil ışık yakacaktı.
Galatasaray
da ise işler yolundaydı. Sahneye Elazığ’da panter Melo, Şampiyonlar Ligi’nde Cristiano Ronaldo ile gol
yarışına giren Burak çıkmıştı. Fatih Terim ile yeniden bir “Galatasaray ruhu”
yakalanmaya başlamıştı bile.
Tabii
bu arada iki ezeli rakip Galatasaray ve Fenerbahçe’nin hem teknik direktörlerinin
hem de kulüp başkanlarının maç sonu açıklamlarında birbirlerine sataşmaları da başlamış, Beşiktaş da kapalı tribün bilet fiyatları yüzünden boşalmış, sahadaki
güzel oyun ve takım ruhunu yakalayan futbolcular ise menemen ile galibiyet
kutlamalarına başlamıştı.
Türkiye’nin 4. büyüğü Trabzonspor da ise işler
pek yolunda değildi. Çok önemli oyuncularını Galatasaraya kaptırmış
bordo-mavide, misafir ettikleri Galatasaray maçında tribünlerde öfke büyüktü. Şenol Hoca ise o gün maç sonunda yine herkese ders veriyordu:
"O
oyuncular bir vakit bize hizmet ettiler, şu anda da milli takımın oyuncuları.
Ben de üzüldüm gidişlerine, ama tepkilerimizi kontrol etmeliyiz. Ancak
o zaman büyük kulüp oluruz, herkes de bizi kıskanır, gıpta eder. Türk futboluna
dinamizm katan bir şehir olarak böyle yanlışlara izin vermek istemiyoruz."
Ligin
2. yarısı başlarken en heyecan verici transfer haberi Galatasaray’dan
geliyordu. Kış çilekleri, Sneijder ve Drogba.
Bu
arada, futbol basını Aykut Hoca’nın kabul görmeyen istifasını daha yeni
yazmışken, bu sefer “gerçek” bir veda haberi gündeme düşüyordu. Şenol Hoca’nın
“artık yeter” isyanı ile kabul görmüş istifası. Ancak bu istifa da işleri
düzeltmeyecek, taraftar kalan haftalarda yönetimi istifaya çağıracak ve başarılı da olacaktı.
Takımların
hepsinde ufak puan kayıpları başlamıştı. Liderliği kovalayan Fenerbahçe ise bu
puan kayıplarını değerlendiremediği için Aykut Hoca’nın sistemi ve Alex’in
gidişi yine eleştirilmeye başlanmıştı. Tribünde ise taraftar Sivas maçında
açtıkları pankart ile gönüllerinin ne kadar geniş olduğunu gösteriyordu:
“Geçmiş olsun Bektaş Çalımbay. Baban babamızdır Rıza Hoca”
Kontrolsüz
düşmeleri ile eleştirilen Burak’a Hoca’sı kameralar önünde mesaj vermiş,
oynatmamış, herkes şimdi ne olacak diye beklerken, Burak sezon sonu bu
cezadan ders aldığını söyleyip, Hoca’sına teşekkür edecekti.
24.haftanın
en önemli olayı futbol mabedi İnönü’deki son derbi, Beşiktaş-Fenerbahçe maçı ve
derbide atılan son gol olarak tarihe geçen, son dakikalarda gelen Olcay’ın golü
olacaktı. Bu arada Fenerbahçe’de ise bir genç yetenek oynadığı maçların adeta nazar
boncuğu gibiydi, Salih Uçan.
Son
haftalara yaklaştıkça gerginlik artıyordu. Bütün sezon sporun önüne geçen
açıklamaları ile ortamı geren yönetici ve teknik direktörlere, artık
taraftarlar da eşlik etmeye başlamıştı. Lig
bitmeden Galatasaray şampiyonluğunu ilan etmiş, bir alkışlama krizi gündeme
oturmuş, Beşiktaş Feda sezonuna rağmen Avrupa bileti almış, Trabzonspor herşeye
yeniden başlamak için değişim düğmesine basmıştı.
Sonra
ne olduysa oldu. Öyle bir sondan bir önceki hafta yaşadık ki, son haftanın da
bir kıymeti kalmadı. İnönü'ye biber gazı ile veda eden babalarının omzundaki
çocuklar ve Türkiye’nin en büyük iki kulübü arasında oynanan derbideki “milli”
oyuncuların yaptıkları.
Bütün
bir sezon ortamı geren başkanlar, teknik direktörler eminim işlerin buraya
varacağını tahmin etmemişti. Birbirinin boğazına yapışan futbolcular
yaratacaklarını, maç sonunda gencecik bir çocuğun kaybını düşünememişlerdi. Ne
de olsa her fırsatta herkes demiyor muydu? “Futbol sadece futbol değildir.
Futbol herşeydir!”
Şimdi
bir kaç ay var önümüzde. Yeni bir sezon için. Dilerim bu ara, zihinlerin değişmesi,
değişemeyenlerin ise artık gitmesi için yeter herkese… Herkes kendi kapısının önünü süpürüp, kendi camiasındaki nefret
pompalayanları uzaklaştırabilir. Umarım yeşil sahalara geri döndüğümüzde, ilk
hakem düdüğü ile artık hepimiz şunu anlarız:
Futbol
sadece futboldur, sadece bir oyundur!